ARA

2 Temmuz 2013 Salı

Ahmed Fakih

Ahmed Fakih
Divan Edebiyatı Şairlerinden, Ahmed Fakih hakkındaki en eski bilgileri Eflaki vermektedir. Buna göre Ahmed Fakih, Horasan’dan gelerek Konya’ye yerleşmiş saf yürekli bir Türk’tür. Mevlana Celaleddin Rumi’nin babası Sultânü’l-ulemâ Bahâeddin Veled’in müridi olmuş, ondan fıkıh dersleri almış ve bu yüzden de kendisine “fakih” denmiştir. Bir gün, büyük âlim olan Bahâeddin Veled’den Hidâye okurken hocası öylesine derin hakikatlerden bahsetmiş ki, Ahmed Fakih onun ilmindeki büyüklük karşısında cezbeye kapılıp kitaplarını yakarak dağlara düşmüştür. Yıllarca cezbe halinde dağlarda dolaştıktan sonra, ancak Bahâeddin Veled’in ölümünü müteakip (628/1230) Konya’ya gelmiş ve Dervâze-i Ahmed denilen zaviyesinde yaşamaya başlamıştır. Burada türlü kerametler göstererek çok meşhur olmuştur. Henüz genç yaştaki Mevlânâ Celâleddin’e de büyük hürmet ve muhabbet göste­ren Ahmed Fakih 618′de (1221) vefat etmiş ve cenaze namazını da Mevlânâ kıldırmıştır (Ariflerin Menkıbeleri, I, 452-453).
Bahâeddin Veled’in 626′da (1228) Konya’ya geldiği ve 628′de de (1230) vefat ettiği düşünülecek olursa Eflâkî’nin 618 olarak ver­diği ölüm tarihi arasında bir çelişki bulunmaktadır. Eflâkî’nin verdiği tarih bir başka Ahmed Fakih’e ait olabilir. Son zamanlarda yapılan incelemelerde, kişilikleri birbirine karıştırılmış Ahmed Fakih adını taşıyan birden fazla şahsiyetin bulunduğu ortaya konulmuştur. Baş­bakanlık Arşivi’ndeki 881 (1476) yılına ait Karaman Defteri’ nde ise Ahmed Fakih’in ölüm tarihi 650 (1252) olarak zikredilmektedir. Mevlânâ’nin yaşadığı dönemle de paralellik gösteren bu tarihin, Ah­med Fakih’in ölüm yılı olarak değerlendirilmesi daha uygundur. Çarhnâme. Eğridirli Hacı Kemal’in derlemiş olduğu Câmiü’n-nezâir adlı şiirler mecmuasında aruzun ‘mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla kaside şeklinde yazılmış 100 beyitlik bir manzumedir.
Çarhnâme din ve tasavvuf konularında kaleme alınmış, öğretici mahiyette bir eserdir. Anadolu Türkçesi’nin en eski örneklerinden kabul edilen bu eserde Ahmed Fakih, dünyanın faniliğinden, dünya zevklerine kapılmamak gerektiğinden, kıyamet gününün dehşet ve korkusundan söz edip ölümü hatırlatmaktadır. Ayrıca bu dünyada ahiret için hazırlanmak gerektiğini söyleyerek dünyada yemek, ye­dirmek, yoksulları giydirmek sabırlı ve alçak gönüllü olmak gibi ahlâkî güzellikleri de telkin etmektedir. Nazım tekniği ve sanat de­ğeri bakımından önde gelen bir manzume olmamakla birlikte, dili bakımından önem taşıyan eseri ilk önce Fuat Köprülü bulmuş ve neşretmiştir. Daha sonra Mecdut Mansuroğlu dil özelliklerini de iş­leyerek Çarhnâme’yi yayımlamıştır. (Ahmed Fakih, Çarhnâme, İs­tanbul 1956).
Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe. 339 Beyit tutarındaki bu eser,Çarhnâme’den daha hacimlidir. Aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbı ile yazılmış olan eserde esas olarak Mesnevi şekli kullanıl­mıştır. Bununla birlikte arada Gazel tarzı ile kafiyelenmiş beyitler de mevcuttur. Eserin sonunda yer alan Kudüs hakkındaki övgüler ise hece ölçüsüyle kaleme alınmıştır. Eserin konusu kısaca şöyledir: Bazı arkadaşlarıyla hacca giden müellif, bu seyahati sırasında gezip gördüğü ve ziyaret ettiği Şam, Kudüs, Mekke, Medine ve buralar­daki kutsal yerleri anlatır. Bu şehirlerden Kudüs’ü çok beğenen şair, hac dönüşü iki ay kadar orada kalır ve bu şehir hakkında bazı met­hiyeler kaleme alır. Memleketine dönünce eserini hacca gitmemiş arkadaşlarına ithaf edip, onlara da bu ziyaretin nasip olmasını te­menni eder.
Bilinen tek yazma nüshası British Museum’da (Or. nr. 9848, vr. Ib-21b) olan eseri Hasibe Mazıoğlu, önce bir tebliğ ile ilim âlemine tanıtmış (“Andolu’da XIII. Yüzyıl Ürünlerinden Yeni Bir Eser”, X. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler, Ankara 1954, s. 75-79), sonra da onu metin ve sözlüğü ile birlikte yayımlamıştır (Ahıned Fakih, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-şerîfe, Ankara 1974).
Bunlardan başka, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Seminer Kitaplığı’ndaki bir yazma içeri­sinde de (nr. 4453, vr. 83b-87b), Fakih mahlasıyla kayıtlı bazı şiirler bulunmaktadır. Bunların bir kısmı aynen Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ ş-şerîfe içerisinde de yer almaktadır. Anılan eserlerin dil bakımın­dan XIV. yüzyıl veya daha sonraki bir döneme ait görünmeleri, on­ların XIII. yüz yılda yaşadığı kabul edilen bir şahsiyete ait olmaları konusunda tereddütlü bir durum ortaya çıkarmaktadır. Buna göre bu eserlerin XIV. yüz yılda veya daha sonra yaşamış, aynı mahlası ta­şıyan başka şahıslara ait olmaları ihtimal dahilindedir.

0 yorum:

Yorum Gönder